25 Aralık 2008 Perşembe

HATIRALAR

Malatyalı Fahri

Malatyalı olup da Malatyalı Fahri'yi bilmeyen var mı acaba? Sanmam.

Bugünkü 50-60-70 yaş nesli hep onun şarkı ve türküleri ile büyüdük. Bizim çocukluğumuzda Malatya'da analarımız, babalarımız, hatta dede ve büyükannelerimiz dahi hep Fahri'nin türkülerini söylerlerdi.

Dere boyları, kayısı, elma, şeftali bahçeleri, üzüm bağları, Kernek, Babuhdu, Kaynarca, Orduzu, Horata, Pınarbaşı gibi su başları hep "Sarı Kordelem", "Keklik", "Ezo Gelin", "Şu dağları delmeli", "Bir oda yaptırdım", "Ay dağda doğdu batmadı mı", "Bahçeye indim ki..." adlı şarkı ve türkülerin gramofonlardan yükselen nağmeleriyle inler, Malatyalı Fahri' nin tamburundaki büyülü ses, bizi sanki Beydağları'nın eteklerine doğru çekerdi.

Çocuk dünyamızda bildiğimiz tek şey; karısını vurduğu ve iki yaşındaki çocuğunu yanına alarak İstanbul'a gittiği idi.
***
Otuz yıla yakın bir süredir Malatya'mız ile ilgili bir yığın araştırmam oldu. Binlerce, on binlerce doküman birikti. Bunlardan bir kısmı da; Malatyalı Fahri Kayahan ile ilgilidir.

Aşağıda uzun ayrıntılarıyle okuyacağınız yazı, benim amatör araştırmalarımın ürünü olup, son olarak 13.5.1989 günü rahmetlinin halen hayatta olan kızı Süeda Demirsoy ile yapılan beş saatlik bir görüşmenin katkı ve belgeleri ile zenginlemiştir.

Beni ve eşimi güler yüzle karşılayan, Malatya'ya has misafirperverlikle ağırlayan Süeda hanıma ve konuşmalarımız esnasında katkıları ile karanlıkta kalmış olayların aydınlığa kavuşturulmasında yardımcı olan teyzesi Naciye hanıma (Fahri Kayahan'ın küçük baldızıdır) en içten duygularımla teşekkür ederim.

Fahri Kayahan resmi kayıtlarda 1917 Malatya doğumlu görünüyorsa da, albümdeki fotoğrafların incelenmesi ve olayların gelişmesindeki zaman süreci dikkate alınınca, doğum tarihinde 4-5 yıl gibi bir gecikmenin olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda, bendeki izlenim budur. Tahminime göre 1912-1913 doğumludur. Ailenin tek çocuğudur. Baba tarafından "Gaffar Ağa" sülalesine mensuptur. Küçük bir kız kardeşi, kızamıktan ölmüştür.Evleri bugünkü P.T.T. binasının yerinde ve sokağın başındadır.

Önceleri bağlama çalmakta iken, sonradan "Karaköylü Reşat Dayı"dan tambur dersleri almıştır. Çocukluk ve gençlik yıllarında yakın arkadaşları Asım Kurdal, Mahmut Hoşhanlı, Diyarbakırlıoğlu Faruk, Ahmet Fırat, Mustafa Kılıçaslan... vb.'dir.

Acaba Malatyalı Fahri, maalesef tarafımdan bölük pörçük tespit edilmiş ve tam metinleri bilinmeyen aşağıdaki türküleri söyleyerek mi sesindeki büyünün sırrına varmıştır... dersiniz?
....
Kayısının dalında bülbüller öter,
Yeşil bahçelerde menevşe biter,
Herkesin sevdiği gözünde tüter,
.....
Al eyvana yatak serdim yumuşak,
Öpme bilmez, sıkma bilmez, gonuşak.
....
Gözümün bebeği yâr, elimin emeği yâr,
Mihnet ile kazandım, soframın ekmeği yâr...
....
....
Çekin kır atımı nalbant nallasın
Verin parasını hakgı galmasm,
Benden sonra binen murat almasın
Endi mi Mehralı bey Yemen'e
Çayır çemene?
....
Meraklılarına soruyorum, ha ne dersiniz? Malatyalılar!
***
Belki de Cumhuriyetin onuncu yılı şenlikleri... Bilindiği üzere Cumhuriyetin onuncu yılı, Ankara'da, İstanbul'da ve Anadolu'nun bütün şehir ve kasabalarında büyük bir coşku ile kutlanmıştır.

İşte o gün, Malatya'nın ileri gelen ailelerinden Hamikoğlu Hacı Ağa'nın büyük kızı Fahriye, yanında küçük kız kardeşleri ve muhtemeldir ki, arkadaşı komşu kızları ile Cumhuriyet Bayramı şenliklerini görmeye çıkmıştır.

Fahriye hanım o günlerde 16-17 yaşından gün sürmektedir.

Kaderdir. Kaderin cilvesidir. İşte o sıra, Malatya'nın yakışıklı delikanlılarından Fahri de yanında yakın arkadaşlarından Asım ile şenlikleri izlemektedir.

İki genç göz göze gelirler... mi?

Daha sonra Fahri arkadaşıyla birlikte kızları evlerine kadar takip etmiş... midir?

Belki küçük kız. kardeşler vasıtasıyla mektuplar da alınmış, verilmiş... olabilir.

Fahri annesini gönderip kızı istetmiştir. O küçük dünyada herkes nasıl yuva kurdu ise, onlar da o şekilde evlenmiş, yuvayı kurmuşlardır.

Fahri, babasının manifaturacı dükkânında çalışmaktadır. 1934 yılında, tek kızı Süeda doğmuştur. Babası başlangıçta ona Sıvade ismini verecek ise de, nüfus memuru, kütüğe Süeda olarak kaydetmiştir.
***
Fahri ile Fahriye hanımın mutlu bir yaşamları vardır. Artık 1935 yıllarıdır. Fahri, karısını ve kızını alarak, kayınpederi Hamikoğlu Hacı Ağa'nın Kozkökü camii civarındaki konağına yerleşmiştir. Konakta keman ve piyano da vardır. Hacı Ağa zaman zaman keman çalmakta, damadı Fahri ile meşk etmektedir.

Konakta neşeli bir yaşamları vardır.

Fahri, kayınpederini çok sevmekte, zaman zaman onu tıraş etmekte, yanaklarını okşayıp sevmekte imiş. Karısını da sırıma alır, avluda dört döner, konağın merdivenlerini birer ikişer atlayarak yukarıya, odasına çıkarır...mış.
***
Malatyalılar derler ki: "Fahri -o gece- eve gelmiş. Biraz da sarhoşmuş. Karısına, 'silah nasıl atılıyor?', onu öğretecek. Kaza ile vurmuş."

Değil!

Malatyalılar derler ki: "Fahri çok yakışıklı İdi. Güzel giyinir, güzel çalar, güzel söylerdi. Birçok kızın onda gözü vardı. O gece münakaşa etmişler. Fahriye, kocasının tabancası ile kendini vurmuş,"

Değil!

Ey okur, bugüne kadar işittiklerini unut!

Şimdi bu satırları dikkatle oku! Kendini "muş”lardan, "mış”lardan, "miş”lerden kurtar!

53 yıl sonra belki de, olayın üzerindeki karanlık perde kalkıyor ve gerçek bütün aydınlığıyla gözler önüne seriliyor:

Bu üzücü olay, 1936 yılında, 30 Ocak'ı 31 Ocak'a bağlayan perşembe gecesi vuku bulmuştur.

Fahrî ve karısı o gece "...."lere misafirliğe gitmişlerdir. Fahriye hanımın küçük kız kardeşleri "...."in gelinidir. Orada, gelinlerin büyük eltisi şaka yollu, "Fahriye, ben bugün Fahri abiyi sokakta gördüm. Durmadan kolundaki saatine bakıyordu. Acaba bir kız ile mi buluşacaktı?" der. Fahri de, "Ben istanbul'dan bir kız getirecem. Fahriye su döküp onun ayaklarını yıkayacak" der. Konuşmalar bu minval üzere devam eder.

İşin gerçeği ise şudur. Fahri'nin anası kaçak tütün içmektedir. Oğluna o gün kâğıt ısmarlamıştır. Kâğıdı da yaşlı bir kadın getirecektir. Fahri, gündüz saatine bakarken İşte bu yaşlı kadını beklemektedir.

Misafirlikten dönünce, aralarında yine tartışma çıkar. Fahriye hanım, "Sen bugün kim ile buluşacaktın?" diye yineler. Tartışma uzar. Fahriye odasının kapısını kilitler. Fahri'yi odaya almaz. Fahri de, "Kapıyı aç! Açmazsan seni vururum" der. Amerikan yapısı bir tabancası vardır. İpek mendile sarılı ve bakır tencerede saklıdır. Silahı eline alır, bu esnada Fahri'nin anası silahı görmüştür. Peşinden koşar. Elini tutmak İster... Ama nafile... Sadece bir el silah sesi duyulur.

Fahri hemen ".."e koşar. Bacanağına, "Fahriye kendini vurdu" der. "Benim tabancam Amerikan, seninki yerli, değişelim. Polisler alırsa, yerli tabancayı alsınlar" der.

Şimdi biz, gerçeğin üzerine küçük bir perde kapayarak, olayı altı gün sonra haber veren 5 Şubat 1936 tarihli Fırat gazetesinin birinci sayfasına bakalım:
***
"Kaza mı yoksa... Kocası mı öldürdü?
Kıskançlıktan doğan bir aile faciası
Geçen ayın 30'uncu perşembe akşamı Ferhadiye mahallesinde çok acıklı bir cinayet olmuş, bir koca, karısını vurmuştur.
Mahalleden Mustafa oğlu Fahri adlı genç, Fahriye adlı bir bayanla evlidir. İki yaşında bir kız çocukları da vardır.
Kan koca birbirine çok bağlıdır. Bilhassa kadın kocasının üzerine titremektedir. Fakat çok kıskançtır da...
Perşembe akşamı karıkoca tanıdıklarından birinin evine misafirliğe gitmişlerdir. Daha başka hısımlarının da bulunduğu bu toplantıda çalgı çalınmış, eğlenilmiş ve geç vakit herkes evine dönmüştür.
Bu dönüşten az sonra Fahri büyük bir heyecan içinde koşarak Emniyet Direktörlüğüne gelmiş ve karısının vurulduğunu söyleyerek hastaneye kaldırılması için yardım İstemiştir.
Hadise yerine koşan zabıta memurları bayan Fahriye'yi ölü bulmuşlar ve hemen tahkikata girişmişlerdir.
İşe el koyan Cumhuriyet Müddeiumumiliği kadının cesedini hastaneye kaldırarak muayene ettirmiş, kalbi delerek geçen kurşunun seyri şüpheli görülerek Fahri tevkif edilmiştir.
Diğer taraftan bayan Fahriye'nin odasında bulunan bir kâğıtta 'beni vuran Fahri'dir diye bir ibare de vardır. Fahri masumiyetini iddia etmektedir.
Doktorlar kati raporları vermedikleriiçin vaziyet henüz aydınlanmamıştır.
Bakalım tahkikatın sonu ne gösterecektir? Zavallı genç kadını kocası mı öldürdü, yoksa kaza kurbanı mı?"

Keza 19 Şubat 1936 tarihli Fırat gazetesinde de "Kocası Öldürmemiş" başlığı altında, Fahri'nin serbest bırakıldığı haber veriliyor.

Yine aile yakınlarından öğrendiğimize göre, kayınpeder Hamikoğlu Hacı Ağa davacı olmamış, kızının kendisini vurduğunu beyan etmiştir. Yalnız, "bizimkiler bu oğlanı vururlar, Malatya'yı terketsinler!" der.

Fahri de, ana ve babası ile iki yaşındaki kızını alarak İstanbul'a gelir.

İstanbul'a geldiği ilk yıl, Borsa Kıraathanesinde Selahattin Pınar ve Artaki Candan ile birlikte çalıp söylemektedir.İstanbul'a geliş o geliştir ki, bir daha Malatya'ya geri dönmemiştir.Aynı yıl "Belvü Bahçesi"nde de sahneye çıkmaktadır.

Yine o yıllarda Almanya'ya gitmiş ve Polydor Plak'a aşağıdaki şarkıları okumuştur:
a) Bir oda yaptırdım- Hudaya vasfeyle halım
b) Neva Taksim (Tambur ile)- Mahur Taksim
c) Bîr taş attım çaya düştü-Öyle bir gün
d) Ay doğdu batmadı mı? (''Şeyh Ahmet" filminden)- Giyer fistanın atlas
e) Sarı kordela-Kayalar gölgelendi.
f) Ne kara günlerde-Armudu taşlayalım
g) Barım açık-Bahçeye indim ki.

Bu ara Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'ün huzuruna da çıkmış, şarkı söylemiştir.
***
Kendisi olayı 1959 yılında Renk dergisinde Sadi Borak'a şöyle anlatıyor:
"1937 senesi idi. O tarihte Taksim Bahçesi ‘nde çalışıyordum. Gece seansımdan sonra Cağaloğlu'ndaki pansiyonuma dönmüştüm. Kapıya vurulan şiddetli darbelerle birden uyandım ve:
— Kim o?
Diye seslendim. Sert bir ses cevap verdi:
— Polis... Kapıyı aç!
Saate baktım: 2,5. Gecenin bu saatinde polisin kapıma dayanmasını icap ettiren ne suç işlemiştim? Yoksa bir iftiraya mı kurban gidiyordum? Bir anda zihnimden birçok kötü ihtimaller geçmişti. Korku yüreğimi sardı. Kapıyı açtım. Bir polis: 'Giyin, benimle gel' dedi. Giyindim, polisi takip ettim. Israrla soruyordum:
— Nereye götürüyorsunuz, suçum nedir benim?
— Cinayet işlemişsin, diye cevap verdi polis, vaka yerinde tatbikat yapacağız.
Korktuğum başıma gelmişti. Demek iftiraya uğramıştım.
— Benim cinayetten filan haberim yok.
— Benîm cinayetten filan haberin yok. İftira etmişler bana.
Diye inledim. Polis, bir anda beni motosikletin sepetine attı ve gaza bastı. Artık ne etrafımı görebiliyor, ne de bir şey düşünebiliyordum. Motosiklet durduğu zaman polis elimden tutup yere aldı beni.
— Çok mu korktun?
Diye sırtımı okşadı ve ilave etti:
— Şaka yaptım. Haydi bakalım, doğru Atatürk'ün huzuruna. Seni istetmiş. Hayırlıdır inşallah.
Baktım, Dolmabahçe Sarayı'nın önündeyim."

Fahri Kayahan, Atatürk'ün huzuruna giriyor, iki ellerine sarılıp öpüyor. Kendisine saz heyeti arasında yer gösteriliyor. Nubar Tekyay, Şükrü Tunar Necati Tokyay, Selahattin Pınar, Safiye Ayla da oradadır.

Masanın üzeri fındık, fıstık, badem doludur.

— "Haydi", diyor Atatürk "İşte fıstık, işte badem. Başla bakalım."

Kayahan, şarkısını:
"Ben esmeri badem ile fıstık ile beslerim."
Diye bitirince Ata mırıldanıyor:
— "Ben olsam kaymakla beslerim." Ve böylece kıymetli sanatkâr o geceden
itibaren O'nun mutat saz heyetine dahil oluyor.

Sarı kordele bir zamanlar cezbe halinde kütleleri sarmıştı.
— "Kaç plak satıldı 'Sarı Kurdele'den?"
— "210 bin. Bizde hiçbir plağa nasip olmamış bir rekor bu."
Fahri beyin 60 bestesinin plak satışı mecmuu l milyon 400 bin 350.. Birçok besteciyi imrendirecek bir rakam.
— "Halbuki", diyor, "halk musikisini ilk defa sahneye getirirken tutunacağına kimse ihtimal vermiyordu. Çünkü '400 senelik maziye sahip klasik olmuş bir musiki yanında cüce kalacak' diyorlardı. Halbuki halk kendi ruhuna daha yakın buldu bu musikiyi. 'Sarı kordele’ nin ve diğerlerinin rekor satışları da bunu pek güzel ispat etmiştir."

Fahri beyin birkaç cepheli bir faaliyeti var. Beste yapıyor, şarkı okuyor, senaryo yazıyor ve filmlerde rol alıyor.
— "Hangi filme oynadınız?"
— "Müzeyyen Senar'la 'Kerem ile Aslı'da oynadık. Müziklerini de ben yapmıştım. 'Saz ve Caz'ı da Suzan Yakar'la oynadık."
— "Halk şairlerinden en çok kimi seviyorsunuz?"
— "Emrah'ı. Bir kıtasını da muhayyer makamından besteledim:
Behey ela gözlü koca dilber
Sen benim derdimden deva bilmezsin.
Sen nasıl tabipsin yoktur ilacın
Bağrımda yaramı sarabilmezsin."

— "Sarı kordele'nin bir hikâyesinden bahsederler."
— "Evet. Hazin bir aşk macerasıdır bu. Merhum eşimle mektep sıralarında sevişmiştik. Sarı kordele takardı saçlarına. Hazin ve uzun bir macera."
Ayağa kalktı, mevzuu değiştirmek istiyordu.
Beş yaşındaki şempanzesi Beybi ile şimdi yalnız yaşayan sanatkârı maymunu ve 'hazin macera'sının hatıralarıyla baş başa bıraktım.
***
Ama biz bir araştırmacı-yazar olarak hemşerimizin peşini bırakmayacak, iz sürmeye devam edeceğiz.

1940'lı yıllarda Süleymaniye'de İsmet paşalara ait bir konakta oturmaktadırlar. Kendisinden müzik dersleri alan birçok talebeleri vardır. Kızı Süeda hanım, tambur dersi vermediğini, öğrencileri ile sadece meşk ettiklerini söylüyor.

Çocuk iken biricik kızını çok sıkar, sokağa, kapının önüne bile bırakmazmış.

Sanatkârımız aynı zamanda Yeşilaycıdır da. Bunu Yeşilay dergisinin Haziran 1947 tarihli, 174. sayısında "Bütün içkilere harp ilan ettim" diyerek açıklıyor. Şu dörtlük de Fahri Kayahan'a aittir:

Öyle bir merdim ki sanki yaydanım
Akan sular gibi kaynıyor kanım
İçkinin en büyük düşmanıyım ben
Sazımla sözümle Yeşilay'danım.

Bu dörtlük Yeşilay dergisinde değil, Meşale dergisinin Mart 1983 yılına ait 77. sayısında çıkmıştır.

Biz yine Yeşilay dergisindeki yazıya dönelim. Bu yazıda, o güne kadar 45 plakta 90 şarkı okuduğunu, bunlardan 32’sinin beste ve güftesinin kendisine ait olduğunu söylüyor. Fırsat bulursa, film için değil, oraları görmek için Hollywood'a gitmek istiyormuş.

Yazar, zevklerini öğrenmek istiyor.
— "Çayı çok severim... Yüzmek... Bir de spor hareketleri" diyor.

Fahri Kayahan'm müzik âleminden en iyi arkadaşları Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Bayan Neriman, Suzan Yakar, Aziz Şenses, Urfalı Cemil, Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak, Sadi Yaver Ataman, Zeki Duygulu ve Artaki Candan’dır.

Özel hayatına giren arkadaşları ise, Faruk Diyarbakırlı, Mustafa Kılıçaslan, Çakır Ahmet, Cevat Kıvanç, Ziya Soylu, Enver Bengü (Bristol Otel'in sahibi), Arap Zeki (Beşiktaşlı), Ahmet Fırat, Mehmet Kiğılı, Mahmut Hoşhanlı, Asım Kurdal, Avni Kurtbek, Nazım Uzunhekimoğlu, Şefik Kayahan'dır.
***
1942-1943 yıllarında Müzeyyen Senar ile "Kerem ile Aslı" filmini çevirmiştir. Filmin rejisörü Münir Hayri Egeli'dir. Filmin tüm müziğini kendisi yapmıştır. "Saz ve Caz”da da Suzan Yakar'la oynamıştır.

Halk şairlerinden en çok Emrah'ı sevmektedir.

1945'li yıllarda gayri resmi olarak bir kadınla beraber yaşamaya başlamış, o günlerde kızı Süeda'yı teyzeleri yanlarına almışlardır.

"Karadır kaşların"ı 1946 yıllarında, Vezneciler'de otururken bestelemiştir.

Sadiye Arcıman ile de kısa bir evliliği olmuştur.

Senaryoları: "Şirvan ile Abuzer", "Ezo Gelin", "Sarı Kordele", "Sadakat", "Bülbül", "Sokak Rakkasesi", "Gümüş Kırbaç", "Öldüren Yumruk", "Halkalı Küpe", "Perçemli Aslan" ve "Yıldızlardan Gelen Dilber" adlarını taşımakta olup, hepsi de kızındadır.
***
Ölüm Sebebi:

1969 yılında bir gece akrabalarından Avni Kurtbilek'e misafir gitmiş. O sıralar Galatasaray'da Kolyoncu Kulluk'ta Eczacı sokağında bir evde oturuyormuş. Gece eve dönünce, evin kapısını açık bulmuş. Elbiseleri, plakları, notaları, evde kıymetli ne varsa götürmüşler. Bu olaya çok üzülmüş. Hastaneye kaldırmışlar. Bir ay kadar yatmış.
22 Nisan 1969 günü Haseki Hastanesinde hayata gözlerini kapatmıştır.

Son oturduğu ev de, kaderin garip bir cilvesidir ki, Ömer İnönü'ye aittir.
Rahmetli İsmet Paşayı çok severmiş.
***
Ölümünden üç gün sonra 25 Nisan 1969 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şu Ölüm ilanı yayınlanmıştır:

VEFAT
Malatyanın sevgili evlâdı, yurdun her köşesine seslenen ve Türk folklor müziğini ilk defa yurd sınırlarının dışına çıkararak büyük Atatürk'ün takdirlerine mazhar olan kıymetli, asil ve mert sanatkâr tanburî bestekâr:
Malatyalı Fahri
Kayahan
maalesef en verimli çağında 22.4.1969 tarihinde Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 25.4.1969 Cuma günü (Bugün) öğle namazını müteakip Şişli Camii'nden alınarak Zincirlikuyu Kabristanında ebedî istirahatgâhına tevdi olunacaktır. Allah Rahmet eyleye.
Akraba ve Arkadaşları
(Cumhuriyet: 4838)
***
Malatyalı Fahri, bilhassa içinde doğup büyüdüğü Malatya ve yöresi halk musikisinin cazibesinden ömrünce kurtulamamış ve bu cazibeyi bestekârlık dehasının en büyük kozlarından biri olarak klasik kalıplar içinde cesaretle değerlendirmiştir. Kendisinden daha önce, halk musikisindeki bu büyüyü sezmiş olan Tamburi Cemil ve Sadettin Kaynak ile beraber aynı ekolün icracısı olmak şerefini Fahri Kayahan da daima taşıyacaktır.
***
Değil bir sanatkârın, sıradan bir insanın hayatını bile, bir derginin sınırlı sayfaları içerisine sığdırmak güçtür.
Biz de bu güçlüğü bile bile, yakınları ve arkadaşları ile konuşarak ve elimizde bulunan belgelere dayanarak, Fahri Kayahan'ı anlatmaya çalıştık.

Okur, bizim anlattıklarımızın içinde "Sarı Kordele"yi buldu mu acaba?

Belki de hazinlik burada işte! Kimbilir, bütün uğraşımıza rağmen O'nu, büyükannemizin çeyiz sandığından, günümüzün kargaşalı dünyasına getiremedik.

Böylesi daha mı iyi oldu dersiniz?

Ah! Beydağının eteklerinden Malatya'nın kerpiç damlarına doğru dalga dalga yayılan tambur sesini ve "Sarı Kordelem”i duyuyor musunuz?


....

(Bu yazı 1989'da yazılmış ve MEV Dergisi'nde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok: